Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Aralık 2017 Pazartesi

Qin Shihuang’ın Mezarının Gizemi (The Mystery of Qin Shihuang Di's Tomp)


Qin Shihuang’ın Mezarının Gizemi

Çin’in batısındaki Xi’an kentinde bulunan Qin Shihuang Mezarlığı, dünyanın en büyük çaplı, ilgi çekici ve zengin içeriğe sahip imparator mezarlıklarından biridir. Mezarlıkta Qin Shihuang’e eşlik eden heykel ordusu gömütü, Mısır piramitleriyle kıyaslanarak, ‘Dünyanın 8. Harikası’ olarak adlandırılır. Qin Shihuang (M.Ö 259-M.Ö 210), Çin feodal toplumunun ilk imparatoruydu. Çin'de ‘ilklerin imparatoru’ olarak bilinen Qin Shi Huang, dönemin Cao beyliğinde doğmuş ve birçok beylikten oluşan tüm coğrafyadaki Çin uluslarını ilk kez birleştirerek tek devlet adı altında toplayarak imparator unvanı almış ve bunu başaran ilk lider olarak tarihe geçmiştir.

(Resim 1: İmparatoru Qin Shihuang Di)

İmparatorun Birleştirici Reformları
Çin tarihindeki çok tartışmalı kişiliklerden biri olan Qin Shihuang, Çin’i birleştirdikten sonra, her beylikte farklı olan para, yazı, uzunluk, hacim ve ağırlık birimlerini ortak ölçü birimlerine dönüştürerek bir ilke imza atmıştır.


(Resim 2: Qin dönemi parası Ban Liang).

Bu uygulamasıyla, toplumsal ekonomiyi ve kültürel gelişmeyi hızlandıran bir dizi önlemler aldı. Qin Shihuang aynı zamanda, kuzeydeki göçebelerin saldırılarından korunmak için, fethettiği diğer küçük beyliklerden kalan savunma duvarlarını birleştirerek, özel olarak Çin Seddi’ni inşa ettirdi. Bu önlemler, Qin Shihuang’ın, Çin tarihinde tanınmış bir siyasetçi olmasını sağladı. Bazı kaynaklara göre bu seddin yapımında 1 milyon kişi çalıştı. Çin’in dört büyük aşk hikayesinden birisi de; bu seddin yapımı sırasında işçi olarak çalışırken ölen kocasının ardından Çin Seddi’nden atlayarak intihar eden ‘Meng Jiangnu'nun hikayesidir. Bu aşk sanat eserlerine çokça kaynak olmuş ve Meng Jiangnu adına bir de Fenghuang dağında tapınak yapılmıştır.

Bu aşk öyküsü, bestesini Hao Weiya’nın yaptığı Yeraltı Ordusu müzikalinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.



(Resim 3: Yeraltı Ordusu Müzikali)

İmparator Qin Shihuang’ın bir başka önemli faaliyeti, hakimiyeti altına aldığı altı devletin askeri güçlerinin bir araya gelme kabiliyetini çabuklaştırmak ve ticari-kültürel bağlantıları sağlamak için Xianyang’ın dört yönüne giden 3 şeritli 5 metre genişlikte ana yollar inşa ettirmesidir. Yollar o dönemde ilk defa çok katmanlı ve sıkılaştırılmış olarak yapıldı. 
Çin’deki iki nehrin birleştirilmesini sağlayan kanal olan Ling Kanalı (Lingqu) bir ilktir. Guanxi bölgesindeki Li nehri ve Xiang nehrini birleştiren kanal 36,5 kilometre olup bugün ‘Dünya Mirasları Listesi’ne giren bir yapıttır.

(Resim 4: Ling Kanalının yüksel havuzlarını gösteren pul tasarımı)

Kanal Qin Shihuang Di tarafından iki nehir arasında tahıl nakliyatı için ve asker sevkiyatı için yaptırılmıştır ve modern dönemde yeni tren hatları kuruluncaya dek 2000 yıl hizmet vermiştir. Kanalın çalışma prensibi alçak seviyede olan Xiang nehrinin su seviyesini yükselterek, Li nehrinin seviyesine ulaştırmak üzerine oluşturulmuştur. Yani, bugünkü Panama Kanalı’nın işleyiş prensibinin ilkelidir (farklı olarak bu kanaldan Panama gibi yapay bir ülke çıkmamıştır).
(Resim 4: Ling Kanalının çalışma prensibi)

Kanalın çalışma prensibinde, üstten su yönünü değiştiren düzeneklere sahip barajlar, seviye alıştırma hendekleri ve düzenekli barajların kıyılarından oluşan kanal sistemi suyun yönlendirilmesi ve sel baskınının kontrolü için kullanılmıştır. Kanal, iki farklı seviyeye sahip nehirlerin eğim derecelerini, onları yavaş yavaş yaklaştıran settler ve kavisler oluşturularak azaltılmıştır. Suyun işlevi ise, su setleriyle kontrol edilen mevcut doğal su yolunun (Xiang Nehri'nin eski rotası) kullanılması veya sel baskınını tahliye edecek yeni kanalların açılmasıyla sağlanmıştır. Kanalın yapımında, çok sayıda hidrolik yapılar ve birçok doğal kaynaklar kullanılmıştır. Bu, eski Çin’in ayrıntıcı tarzını ve bilimsel başarısını özetleyen kapsamlı bir projedir. 

Katliamları

Qin Shihuang, çok zalim bir imparatordu ve savurgan bir yaşam sürdürdü. Qin hanedanı yönetimini korumak için, kendisinin yönetim düşüncesine “aykırı” olan ve tehlikeli bulduğu kitapları (Düşüncenin Yüz Okulu’nun) yaktırdı, hatta kendisiyle farklı görüşlere sahip olan bilginleri canlı canlı gömdürdü.

(Resim 5: Konfüçyüsçülerin canlı gömülmesini betimleyen Çin resmi)

 Qin Shihuang Di için tehlike oluşturan ‘Düşüncenin Yüz Okulu’ (诸子百 -zhūzǐ bǎijiā) (MÖ.770-221) ve filozofları, İlkbahar-Sonbahar dönemi ve Savaşan Devletler döneminde kanlı savaşların yarattığı kaos dolu ortamın olmasına rağmen, büyük bir kültürel ve entelektüel atılım çağı yaşattılar. Aynı zamanda, Çin felsefesinin altın çağı olarak bilinen bu dönemde, düşünce ve fikirler özgür bir şekilde tartışıldı ve geliştirildi. Bu oluşum beraberinde, ‘Düşüncenin Yüz Okulu’nun Tartışmaları (Bǎijiā Zhengming) adını almıştır. Bu dönemde tartışılan ve süzgeçten geçirilen düşünce ve fikirler Doğu Asya ülkelerinin yaşam tarzlarını ve toplumsal bilincini günümüze kadar derinden etkilemiştir. Bu dönemin, entelektüel toplumu olan ve hükümet, savaş, diplomasi bilgileriyle donanım kazanmış gezgin bilim adamları, genellikle danışman olarak çeşitli devlet yöneticileri tarafından istihdam edilmiştir. Bu sürenin yükselişi, Qin Hanedanı döneminde Qin Shihuang tarafından sona erdirilmiş ve ardından bu muhalefet yok edilmiştir. Düşüncenin Yüz Okulunun bugünde en çok Kabul gören on önemli okulu; Konfüçyüsçülük Okulu  (儒家; Rújiā), Kanunculuk Okulu (法家-Fǎjiā), Taoizm (道家-Dàojiā), Mohism (Mo’nun Okulu) (墨家-Mòjiā), Yin-Yang Okulu (陰陽家/阴阳家 -Yīnyángjiā), Mantıkçılar Okulu (Tanı Okulu) (名家- Míngjiā), Tarım okulu (農家/农家-Nongjia), Diplomasi Okulu  (Yatay-Dikey İttifaklar Okulu) (縱橫家/纵横家 - Zonghengjia), Müteferrikler Okulu  (Derleme Okul) (雜家/杂家 - Zajia), Minör Görüşler (Romancı) Okulu (小說家/小说家 - Xiaoshuojia). Bu bağlamda, Qin Shihuang’ın Çin toplumunun ulusal birlikteliği için yapmış olduğu katkılarla birlikte, kadim Çin düşünce sistemine vurduğu darbenin birlikte değerlendirilmek gerekir.

Ölüm Korkusu ve Ölümsüzlük İksiri

Tahta geçtiğinden beri ölümsüzlük takıntısı olan Qin Shi Huang’ın istediği ölümsüzlük iksirini bulmak için görevlendirdiği Xu Fu, Penglai Dağı (Anqi Sheng) yaşayan ölümsüzlerinin olduğu bakir topraklara seferler düzenledi.

(Resim 6: Hokusai, Kanagawa'daki Büyük Dalga)

Xu Fu, birinci seferinden Penglai Dağı’nı bulamadan elinin boş dönmesine bazı mazeretler bularak, Qin Shihuang’dan ikinci bir sefer için izin istedi. Xu, genç erkek ve kızlardan oluşan  3000 mürettebatlı bir filo ile yaptığı ikinci seferinden dönmedi. Çünkü, eli boş döndüğünde başına gelecekleri iyi biliyordu. Sima Qian’ın Büyük Tarihçinin Kayıtları’na (Shiji) göre, Xu Fu, düz ovalar ve geniş bataklıklara (平原广泽- Píngyuán guǎng zé) ulaştı ve kendini kral ilan etti. Bazı tarihçiler onun Penglai Dağı olarak vardığı yerin, Japonya’daki Fuji Dağı olduğunu söyler. Xu Fu’nun Japonya’ya ulaştığı teorisini savunanlar, buna destek  olarak, M.Ö. 300 yıllarında Antik Japonya'da 6000 yılı aşkın bir süredir var olan Jomon kültürünün aniden kaybolduğu savını öne sürerler. Xu’nun birlikte getirdiği bilgi, antik Japon halkının yaşam kalitesini geliştirmiş olduğu söylenir. Eski Japonya’daki tarım teknikleri, bitkiler ve birçok yeni girişimin buna bağlı olarak birden geliştiği söylenir. Bu başarılarından dolayı bazı Japonlar tarafından Xu Fu "Çiftçilik Tanrısı", " Tıp Tanrısı" ve "İpek Tanrısı" olarak atfedilir ve ibadet edilir. Elbette her iki ülke araştırmacılarının yanında Japoncu, Çinci olarak tanımlayacağımız uzmanlar arasında da tartışma yaratan konunun hakkını uzmanlarına bırakarak konumuza dönüyoruz. Qin Shihuang Di ise, iksiri getirmek için görevlendirdiği başarısız Xu Fu’ya güvenmek zorunda kalarak, yıllar boyunca onun ilk seferinden ölümsüzlük iksiri olarak getirdiğini cıva haplarının dozunu arttırmış ve M.Ö. 210 yılında (bugünkü Hebei eyaletine bağlı Pingxiang bölgesinde) 50 yaşında ölmüştür. Ölümünden iki ay sonra cesedi, Xianyang’a getirilerek büyük törenle mezara yerleştirildi. Ban Gu’nun ‘Han Tarihi’ kitabında mezarın gizli kalması için Qin Shihuang’ın sarayında hizmet veren bütün kadınlar ve mezarın inşasına katılan bütün zanaatkar ve köylüler, Qin hanedanının ikinci imparatoru Hu Hai’nin emriyle Qin Shihuang’ın cesediyle birlikte mezara canlı olarak gömüldü. İmparator Çin'in bunu yapmasının en büyük nedeni, mezarının ve içindeki sırların bilinmesini istememesi, aynı zamanda öldürülen işçilerin de mezarında kendisine eşlik etmesi arzusu olduğu ifade edilir. Zalim imparator Qin Shihuang öldükten sonra da kurduğu yönetimin sürmesini istemiştir. Ancak, onun ölümünden sadece üç yıl sonra, Qin hanedanı, köylü ayaklanmasıyla yıkıldı. 

Qin Shihuang’ın Mezarı

Qin Shihuang Mezarı, Çin’in Shaanxi eyaletinin Xi’an kenti civarındaki Lishan bölgesinde bulunuyor. İmparator Qin Shihuang’ın mezarının düzenlemesi ve yapısı, Qin hanedanının başkenti Xianyang’ınkine tamamen uygundur.

(Resim 7: Qin Shihuang Di mezar sitesinin düzeni)

Çok yüksek olan mezarın yeraltındaki kısmı, Xianyang’daki imparatorluk sarayını andıran bir yeraltı sarayıdır. Mezarın iç ve dış bölümleri, Xianyang’daki sarayı ve dışındaki kenti temsil ediyor. Yan yapılarıyla birlikte toplam 66.25 kilometrekarelik alanı kapsayan mezar, bugünkü Xi’an şehrinden (kastedilen eski Xi’an’ın suriçinde kalan kısmı) bir kat daha büyüktür. Temeli ise, güneyden kuzeye 350, doğudan batıya 345, yüksekliği ise 76 metreye ulaşır. Mezar, genel olarak bakıldığında piramit şeklinde görünür. Çinli arkeologların yaptığı kazılara göre, Qin Shihuang’ın mezarı etrafında 500’den fazla mezar ve gömüt daha vardır. Bu gömütler arasında, Qin Shihuang’ın bindiği bronzdan yapılmış at arabasının gösteren gömüt, sarayda atların korunduğu ahırları imleyen gömüt ve Qin hanedanı döneminde milyonlarca asker bulunduğunu simgeleyen heykel ordusunun bulunduğu gömütler yer almaktadır. 

Qin Shihuang’ın Mezarının Tasarımı ve İnşası

Ayrıca, Qin Shihuang, kendi döneminde, emek gücünü aşırı kullanarak ve aşırı para harcayarak, kendi mezarını ve çok lüks bir saray olan A’fang gong Sarayı’nı inşa ettirdi. Sarayı ve mezarı için 2 milyon işçi çalıştırdığı söylenir, bu sayının 700 bin kişisi mezar inşaatında çalıştı. 13 yaşında tahta geçtiği günden itibaren Lishan Dağı’nın eteğinde mezar inşa ettirmeye başladı. Mezarın inşaatı, Qin Shihuang 50 yaşında ölünceye kadar toplam 37 yıl sürdü. Tarih kayıtlarına göre mezar, yeraltı sularının altında yer alıyor.

(Resim 8: Qin Shihuang'ın mezar müzesinde iç mezarın tahmini betimi)

Sima Qian'ın kayıtlarına göre, eritilmiş bakırla sağlamlaştırılan mezarın yeraltı sarayı kısmında çok sayıda bina ve kabul salonları inşa edildi, içlerine sayısız değerli eşya ve mücevher konuldu. Tarihi kayıtta soygunları önlemek için mezarın birçok noktasında ok fırlatan mekanizmalar tesis edildiği belirtilmiş. Yeraltı sarayının tavanına gökyüzü ve yıldızları simgeleyen değerli taş ve inciler yerleştirildi. Yeraltı sarayının tabanında da Çin’in haritasını simgeleyen düzenlemeler yapıldı.  

(Resim 9: civa nehrinin dolaştığı Çin haritası)

Yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğüne eşit olan imparatorun iç odasında önemli miktarda buhar dolaşımını sağlanmak üzere kullanıldığı iddia edilen gizemli bir civa makinasından bahsedilmektedir. Mezar tepesinden alınan yüzlerce numunelere dayanarak yapılan araştırmalarda toprağın alışılmışın dışında yüksek konsantrasyonlu civa içermesi bu efsaneyi doğrulamaktadır.
Ayrıca, bu konsantrasyonların haritalaması sonucunda, Çin'in kara, deniz ve nehirlerinin (Yang ve Li nehri) anahatları görebilir olmuş. Yine, tarihi kayıtlara göre yeraltı mezarına balina yağıyla yapılan ‘sönmez lambalar’ ın yerleştirilip aydınlatıldığı iddia ediliyor. Qin Shihuang Di Müzesi’nin yeraltı mezarı bölümüne girdiğinizde, ‘sönmez lambalar’ı temsilen loş bir aydınlatmanın yapıldığını göreceksiniz. Tarihi kayıtlara gore iç odanın muhteşem bir site olması gerekir. Ne yazık  ki, görmek olası değildir. Halen esas olarak ana mezar çevresindeki 14.260 m ²’ lik alanda hala kazılan 200 m²’ lik bölüm’de kazılar yürütülmektedir. Xi’an’a gittiğinizde, bu metinde açıklamaya çalıştığım mezarın düşsel kurgusunun tümden görselleşmesini istiyorsanız, Qin Shihuang’ın popüler Yeraltı Ordusu’na varmadan az önce oldukça iyi düzenlenmiş mezar müzesini görmeden devam etmeyin.

(Resim 11: Mezar Müzesi'nin girişi)

Mezarın Feng Sui ‘e göre yapılması

Feng Shui Çin'de 3000 yılından günümüze kadar gelmiş, bilimsel temellere dayandığı inanılır ama bir o kadar da mitolojik dayanakları olan bir öğretidir. Feng Shui'nin kökenleri eski çağlara dayanır, beş bin yıl önce Hsialı Wu (İ.Ö. 2953-2838) bir kaplumbağa bulmuş ve kabuğunda kusursuz 'sihirli kare'nin varlığını keşfetmiştir. Feng shui'nin temel kuramları Han Hanedanlığı zamanında yazılmıştır (İ.Ö. 25).  Temel anlamı çevreyle uyum içinde yaşamak olan Feng Shui’yin anlamı, 'Rüzgâr ve Su' demektir. Eski Çin inanışına göre dünyada denge ve düzen vardır ve bazı etkinliklerle bireyler iyi şansı kendilerine çekebilirler. Yaşadığınız ortamdaki nesneleri (bu bir yapı da olabilir) yönlerine ve renklerine göre düzenleyerek kötü enerjileri engellemeyi, iyi enerjilerin ise geçişini kolaylaştırarak (Yin-Yang) iyi ve kötü enerjiler dengelenir. Örneğin, Qin Shihuang’in mezar bölgesi gömütlerinde olduğu tahmin edilen dört yön rengini temsil eden atlar, Yin-Yang ilkelerini içerir.  Özellikle, eski dönemlerde yaşayan Asyalı zenginler kendilerine yaşam alanları oluşturmak için Feng Shui'i etkin biçimde kullanmışlardır. Bu yüzden, bugün Çin’de eski zamanlardan kalan birçok bahçenin Feng Shui'e göre düzenlendiği sanılmaktadır.
İmparator Qin Shihuang’ın ‘Feng Sui’e göre düzenlenen mezarının, arkası güneyde Lishan Dağı’nın yamacına yaslanıp, önü kuzeyde Weishui Nehri’ne bakmakta ve havadan bakıldığında kocaman bir piramidi andırır. Mezar gibi bahçesi de Feng Sui sistemine göre kurgulanmıştır.

Tarihçilere Göre Mezar

Han hanedanı dönemindeki tarihçi Ban Gu tarafından yazılan “Han Shu” (Han Hanedanı Tarihi) ve Kuzey Wei hanedanı döneminin tarihçisi Li Daoyuan tarafından yazılan ‘Shuijing Zhu’ (Akarsularla İlgili Dipnotlar) adlı tarih kitaplarında, İmparator Qin Shihuang’ın mezarının M.Ö 206 yılında Qin hanedanını yok eden Xiang Yu tarafından yıkıldığı anlatılıyor. ‘Shuijing Zhu’ya göre Xiang Yu, Xianyang kentini ele geçirdikten sonra mezardan çıkarılan eşyaları taşımak için 300 bin kişiyi 30 gün çalıştırmış, ancak yine de bu hazineyi tümüyle taşıyamamış. Mezardaki bronz tabut ise, hırsızlar tarafından çalınmış. Daha sonra ise mezar, kaybolan koyunlarını aramak için elindeki meşaleyle içeri giren bir çobanın hatası yüzünden çıkan yangında tamamen yok olmuş. Kitapta, yangının 90 günden fazla sürdüğü yazıyor. 
Kitaptaki bu görüş, yaygın olarak kabul görmekle birlikte, bazı araştırmacılar bu görüşe şüpheyle bakıyorlar. Çünkü, Qin Shihuang’ın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra yaşayan Sima Qian tarafından yazılan ‘Tarih Kayıtları’ nda, Qin Shihuang’a ait özel bir bölüm yer almasına rağmen mezarın yıkılışından hiç söz edilmiyor. Ancak, ilginçtir ki, Qin Shihuang’ın ölümünden 600 yıl sonra yaşayan Li Daoyuan’ın kayıtlarında, kendisinden 500 yıl önce yaşayan Sima Qian’ın bilmediği mezarın yıkılışını ayrıntılı bir şekilde anlatıyor olması, ister istermez şüphe uyandırıyor. Yukarıda yazmış olduğumuz gerek Ban Gu gerekse Li Daoyuan’un tarihi kayıtlarında geçen mezar hırsızlığı ve Xiang Yu’nun mezarı tahribatıyla ilgili bilgiler, arkeologların buluntuları nedeniyle çürütülmüş vaziyette. Kayıtlardaki iddilar doğrultusunda, soyguncular tarafından açıldığı düşünülen, biri mezarın kuzeydoğusunda, diğeri batısında çapı 90 santim, derinliği 9 metre olan iki delik arkeologlarca tespit edilmiş olup bu delikler mezarın merkezinden 250 metre uzaklıkta son bulmaktadır. Toprak altında gömülen bu iki delik yer üstünden hiç görülmemektedir. Mezar üzerindeki topraklara hiç dokunulmaması, yeraltı sarayının duvarlarında kırık izlerine hiç rastlanılmaması ve yeraltı sarayındaki civaların düzenli dağılımı gibi kanıtlar, yeraltı sarayının hiç zarar görmediğini, Xiang Yu’nun büyük olasılıkla yalnızca mezarın yan yapılarını tahrip ettiği görüşündedir. Dolayısıyla, Ban Gu ve Li Daoyuan’un tarihi kayıtlarında mezarın yıkılışı konusunda aktardıkları bilgilerin asılsız olduğu görülmektedir. 

Son Dönem Arkeolojik Çalışmalar

Aradan binlerce yıl geçtikten sonar, Çinli arkeologlar, 1949 yılından sonra İmparator Qin Shihuang’ın mezarına yönelik keşif araştırmalarına başladılar. Arkeologlar, mezarın yer altı sarayının çevresinde 200’dan fazla sondaj yaptı, Son yıllarda, Qin Shihuang Mezarı’nın civarındaki mezarlarda 50 binden fazla önemli tarihi eser bulundu. Bunlar arasında kuşlar, akrobasi yapan figürler, nadir görülen ve çok değerli bronz at arabaları oldukça dikkat çekicidir. Son dönemlerde toprak üstüne çıkartılan dört beyaz (batı) atlı savaş arabaları farklı renkli başka at figürlerinin çıkacağının habercisi sayılıyorlar. Bunun nedeni, yukarıda bahsettiğimiz ve bilim adamlarınca ‘Yin-Yang’ felsefesine göre yerleştirildiği tahmin edilen ½ ölçekli bu arabalardan dört yönü temsil ettiği düşünülen; sarı (merkez), yeşil (doğu), mavi (kuzey) ve kırmızı (güney) renkli atların da yapılacak kazılarda ortaya çıkarılacağı iddia ediliyor. İmparator Qin Shihuang’ın mezarı Çin’deki mezar geleneğine ilkleri getirmiştir. İlk büyük mezar yapımı bu yapıyla başlayıp daha sonraki hanedanlarda devam etmiştir. Mezar ziyareti Qin Shihuang’dan önce yoktu ve bu gelenek ilk olarak bu dönem başlamıştır. Bu nedenle, mezar sitesinde ziyaret salonları yapılmıştır. Bu mezarla birlikte mezar çevre düzenlemesi başlatılmıştır. 

Mezarla ilgili korunma 

Pişmiş toprak figürler bozulmadan kalmasını sağlamak ve özgün renklerini korumak için gerekli olan teknoloji testinin gelişmesi, hemen yakında bulunan müzede yapılan araştırmaların sonuç vermesine bağlıydı ve onlarca yıl sürmüştür. Bu araştırmaların sonucunda, son teknolojiyi kullanarak tarama yapan bilim adamları höyüğün iç haznesinin var olduğunu ve hala bozulmamış olduğunu teyit ettiler. Ancak, Çin hükümeti araştırmaların olgunlaşmaması ve Yeraltı Ordusu’nda başlarına gelen renk kayıpları olumsuzluklarını tekrar yaşamamak için, ana mezarın kazısına şimdilik izin vermiyor. Diğer yandan, mezarın hala açılmamış olması ve gizemini koruması, buranın turistik cazibesini ve müzenin güncelliğini devam ettirmektedir. Uzmanlar, bazı çukurların boş olmasının nedenini, imparatorun ani bir hastalıktan ölümü nedeniyle projesini tamamlayamamasına yorumluyor. Qin Shi Huang'ın ani ölümü nedeniyle, mezar projesinin ne olduğu tam olarak bilinmediği gibi, mezarla ilgili bazı şeyler gizemini hala korumaya devam ediyor.

Kaynak: Caner Karavit, "Kim Ölümsüzlüğü Elinde Tutabilir:Yeraltı Ordusu", Ölüm Sanat ve Mekân Sempozyumu II, 31 Ekim - 2 Kasım 2011, MSGSÜ Oditoryumu, İstanbul




14 Temmuz 2017 Cuma


TURFAN TURPAN: Kayıp Kentler Lost Cities 2
* Yarğol (Jiaohe) kalıntıları, Turfan

* Caner Karavit, Gezi Notları
Diğer uyuyan kent ise Yarğol ya da Çince ismiyle Jiaohe iki nehir arasındaki bir platoda kurulmuş. Uygurlar efsanevi ilk yerleşimleri olarak tanımlıyorlar burayı. Bu kentte MÖ 1800 ve MÖ 260 arasında bulunmuşlar. Bu bölgede eskiden yaşayanların Toharca ve Türkçe konuştukları çeşitli kaynaklarda geçiyor. Ancak, bu bölge ile ilgili Çin ve batılı kaynaklar farklı bilgiler veriyor. Kent, Han hanedanı döneminde askeri bir garnizon olarak görev yapmış. Tang hanedanı döneminde ise bir Uygur kenti olan bu bölge zirveye ulaşmış.
Bu çöl kentini varlığını sürdürmesine neden olan mucizenin adı Karızlar ya da Çince ismiyle Kan er jing. Karız sistemi dört unsura sahip: yeraltı kanalları, kuduklar (yani kuyular), yerüstü kanalları ve barajlar. Karızlar, Yakun yani “Yanan Dağlar”dan gelen suyu yerin altından kente getiren kanalların adıdır. Yakun’a (Yanan Dağlar) isminin verilme nedeni ise, sıcak kahverengi ve turuncu renklere sahip olan bu dağların güneş ışıkları altında alev renklerine bürünüyor olmasındanmış.

* Yanan Dağlar
Hele sıcak günlerde çöldeki sıcak hava tabakasının neden olduğu titreşemlerle iyice alev görüntüsü oluşturuyormuş. Gerçekten de dağlar, insanın düş dünyasını fazla zorlamadan aleve benzetebileceği görünüşe sahipti.
* Karızlar, Turfan girişi
Bu kanallar, çok sıcak olan yaz aylarında bölgedeki buharlaşma çok olunca, yer üstünden kente su ulaştırmanın imkansızlığı nedeniyle yapılmış. 2000 yıl önce yapımına başlanılmış Karızların toplam uzunluğu 5000 kilometre. Çin’in Çin Seddi’nden sonraki en büyük yapıtlarından. 2000 yıl öncesinin teknolojisiyle gerçekleştirilmesi mucize olan bir sistemle oluşturulmuş. Dağın altında biriken yeraltı sularını, belli bir eğimle kente kadar ulaştıran bilginin ne olduğunun sırrı bugün bile çözülemiyor. Karızların açılması sırasında çıkan toprakları atmak ve kazıcıların hava almalarını sağlamak için, yaklaşık 80 metrede bir, ilki 90 metre, sondaki ise 2 metre yüksekliğe sahip olan kuduklar açılmış. Yeryüzünden kanallara inen bu kudukların kanallara nasıl denk düştüğü ve 90 metreden 2 metre yüksekliğe kadar inen kanal eğimini nasıl sağladıkları henüz gizemini korumaktadır. Sohpet ettiğimiz bir Uygur kökenli üniversite hocası, bu sırrın çözümünün bir yağ kandilinde olduğunu söyledi. Çünkü, açılan her kuyunun içinde bir yağ kandili bulunmuş. Yapımı sır dolu olan Karızlar sayesinde, Taklamakan çölü üzerindeki Turfan kenti meyve ve sebzelerden yılda iki kez ürün alıyor. Gece olduğunda, Gülizar’ın iki yıldır mesajlaştığı internet arkadaşlarıyla bir Uygur lokantasında oturak toplantısı için buluştuk. Bize ayrılan odada, internet arkadaşlarıyla yine bir yer sofrasında sazlı sözlü bir yemeğe oturduk. Gülizar’ın arkadaşlarından birisi geleneksel Uygur sazı olan “Dutar”ını da getirmişti.
* Turfan'da sazlı sözlü yemek

Şarkılardaki Türkçe ile aynı olan kelimeleri zaman zaman yakalayıp beraber söyleyince hoşlarına gidiyordu. Ancak, bu kadar sohpetten ve ortak şarkılardan sonra içlerinden birisinin bizi kastederek: “Bunlar İngiliz mi?” diye sorması gecenin tuhaflığı oldu. Yemek sonrası Urumçi’ye geri dönmek üzere arabaya bindiğimizde hepsi birden bizi yolcu etti. Araba hareket etmeden önce, Anadolu’nun küçük yerlerinde hala tanık olduğumuz “misafire sahiplenme” geleneğine burada da tanık olduk. Gülizar’ın arkadaşlarından birisi şoförün kulağına yanaşıp, dikkatli sürmesini, bizi otelimize kadar bırakmasını sıkı sıkı tembih etti. İyi ki de etmiş. Gece yolculuğumuz çölden geçen yolumuzun yoğun sisle kaplı olması nedeniyle oldukça zorluydu. Şoför çok dikkatliydi ve bizi sağ salim Urumchi’ye getirdi.

TURFAN TURPAN Kayıp Kentler Lost Cities 1

* Turfan'dan bir görüntü


*Caner Karavit
Gansu Eyaleti’nden Xinjiang’a girdiğinizde diğer alışılagelmiş Çin kentlerinden farklı bir kentle karşılaşıyorsunuz. Budizm’den Maniheizm’e ve sonunda İslam kültürüne kucak açmış bu bölgede Çin’in hakimiyeti tam anlamıyla ancak 1877’de gerçekleşmiş. Turfan, İpek Yolu’nun Gansu bölgesinden sonra ikiye ayrılan hattının kuzey yönü üzerindedir. Bu eski kent, deniz seviyesinin 78 metre altında olup, dünyanın en derin karasal bölgesidir. Turfan’ın 50 kilometre dışındaki Aiding tuz gölü ise deniz seviyesinin 152 metre altındadır. Turfan çevresindeki kayıp kentlerle uyuyan bir çöl kasabasını andırır. Kavak ağaçları ve üzüm asmaları altında uyuyan bir kasabadır sanki. Arkadaşımız Gülizar’ın rehberliğinde geldiğimiz Turfan’da bizi önce Tursun öğretmen karşıladı. Gülizar Urumçi’den internetle Xinjiang’da arkadaşlık ağları kurmuş. Tursun öğretmen ve sonra tanışacağımız Turfanlı Uygurlarla internette çok samimi olmuşlar. Tanışma faslından sonra, Bezeklik Mağaraları’na gitmek üzere Tursun öğretmenin tuttuğu bir taksiye doluştuk. Turfan’a gelmeden önce bahsetmişlerdi, buradaki tüm arabalara hayvan kokusu sinmiştir diye. Bölgenin geçimi hayvancılıktan sağlandığı için tüm arabalarla hayvan taşımacılığı yapılıyor.
* Bezeklik Tapınak Mağaraları

Bezeklik’e giden yolun son bölümü çok kötü idi ve yaklaşık bir buçuk saat sürdü. 6. ve 14. Yüzyıl Budizm ve Maniheizm’e tapınaklık yapan Bezeklik’in mağaralarından oldukça tahrip edilmiş dört mağarasını gezebildik. Alman arkeolog Albert von Le Coq 20. Yüzyıl başlarında buraya gelerek tonlarca duvar resmini sökerek Almanya’ya götürmüş. Özellikle Alman bilim adamlarının (bilim adamı demeye dilim varmıyor) bu bölgedeki tarihi eser tahribatı çok büyük. Bezeklik sonrası hepimizin karnı açıkmıştı. Tursun öğretmenin davetiyle evine gittik ve hep birlikte yer sofrasında yemek beni çocukluğuma götürdü. Çocukken babam eve masa ve arkası muşamba kaplı sandalyeleri getirdiğinde tuhaf karşılamıştım. Çünkü o ana kadar evimizde ve başka evlerde yemeği hep yer sofasında yemiştik. Bu nostaljik yemek sonrası bizi antik Gaochang kenti bekliyordu. Turfan çevresindeki uyuyan iki eski kentten birisi olan Gaochang ya da Uygurca ismiyle Karahoça, giderek kum yığınına dönüştüğü kalıntılarıyla ayakta durmaya çalışıyor. Çölün ortasındaki bu yalnız kent nedense, bana Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinden bazı kareleri hatırlattı.
* Karahoça (Gaochang) Antik Kent Kalıntıları

Bir zamanların görkemli kenti yıllar geçtikçe büyük bir kum saatinin zamanına gömülüyor gibiydi. Karahoça (Gaochang) MÖ 2. Yüzyılla MS 13. yüzyıl arasında varlığını sürdürdü. Çin’in ünlü efsanesinde, saf yürekli rahip Xuanzang Budist yazıtları almak üzere çıktığı “Batıya Yolculuk”unda buradan da geçmiş. Kendisini bu yolculuğu boyunca ünlü Maymun Kral korumuş. Eski kentin kapısından girer girmez bizi eşek arabasıyla Muhammet karşıladı. Gaochang’ı eşek arabasıyla gezmeye niyetli değildik ama Muhammet bizi ikna etti. Hep beraber Gaochang’ın eski sokaklarında sarsıntılı bir yolculuğa başladık. Arabadan inip kalıntıların arasında dolaşmaya başladık. Türkçe’deki benzerlikler üzerine Muhammet’le sohpet ettik: “Siz müslümanız değil mi?”, “Ya sen namaz kılıyor musun Muhammet?” “Tabi beş kez”, “İçki içer misin Muhammet” “Arak mı? Ha arak ha?”. Muhammet günde beş vakit namaz kıldığını söylerken bize doğru buram buram pirinç rakısı kokuları geliyordu. Geri dönmek için Muhammet’in arabasına bindiğimizde eşeğine İngilizce komutlar verdiğini duyduk: “İşek stop”, “İşek go”. Merak edip sordum: “Muhammet bu işek Çince bilmez mi?” “Yak (yani yok)”, “Peki Uygurca bilmez mi” “Yak, bu işek sadece İngilizce bilir”. Sadece İngilizce bilen cahil bir eşekle yolculuk etmiştik. Bu kentin mezarlığı ise Astana Mezarlığı’ydı. Astana mezarlığı 3. Ve 7. yüzyıla tarihlenir. Bu bölgenin meşhur kuru havası (gezimiz sırasında ellerimizin, yüzümüzün ve dudaklarımızın çatlamasına neden olan) cesetlerin bedenlerinin, elbiselerinin ve bazı yiyeceklerin bozulmadan kalmasını sağlamış. Aradan 13 yüzyıl geçmesine karşılık çürümeler yeni yeni başlamış. Mezardaki cesetlerin saç ve tırnakları duruyor. Hatta yetkililerin söylediğine göre bazı cesetlerin saç ve tırnaklarında biraz uzama tespit edilmiş. Bu mezarda fosilleşmiş bir mantının bulunmuş olması da ayrıca şaşırtıcıydı. Mezarlığın en romantik görüntüsü beraber gömülen karı koca olmalıydı. Yeraltındaki mezarların duvarlarında Tang Hanedanı döneminden resimler bulunuyor.
* Astana Mezarlığı

31 Ocak 2016 Pazar

XI'AN'DA SURİÇİ BÖLGESİ

* Caner Karavit



* Xi'an'dan Gece Görüntüsü






İpek Yolu'nun başlangıcı olan ve 11 hanedana başkentlik yapmış olan Xi'an, önemli kültürel etkinliklerin yaşandığı bir merkezdir. Bu dönemlerden birisi de (hatta Çin kültürünün rönesansı diyebileceğimiz), hiç şüphesiz Tang Hanedanı (618-907) dönemidir. Xi'an'daki ilk gecemizde bu dönemin kültürel atmosferini solumamızı sağlayan bir etkinlik vardı: Xi'an Tang Hanedanı Tiyatrosu.
* Xi'an Tang Tiyatrosu
Tiyatroya vardığımızda gösterinin başlamasına az kalmıştı. Tiyatronun içi eski ve göz alıcı bir tarzda döşenmişti. Sandalye ve masaların olduğu küçük localarda istenirse yemek de yenebiliyordu. Hemen sahnenin yanına yerleştirilmiş olan orkestranın geleneksel çalgılarını da görebiliyorduk. Çin’deki gösterilerde edindiğim izlenimler sonucu, Çinli izleyicilerin bize göre farklı özelliklere sahip olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle, gösteri sırasında konuşmak, gürültü etmek, telefonla görüşmek gibi bizde tepki görecek bazı hareketlere karşı esnek davranıyorlar ve bu davranışlar Çin’deki gösteri ortamları için oldukça sıradan. Ayrıca, geleneksel Çin operalarından kalma bir alışkanlıkla beğendikleri bir sahne için coşkuyla “hao” yani “iyi” diye bağırıyorlar. Bu gösteri de, Çin’de gittiğim her kentte tanık olduğum gibi, sahneleme açısından oldukça başarılıydı. Şunu da belirtmeliyim ki bugüne kadar Çin’de gittiğim hiç bir gösteri vasatın altında değildi. Tang döneminin müzikleri, kostümleri, maskeleri ve danslarıyla çok renkli bir gece yaşadık.


Uzun süren gösteriden çıkınca karnımız acıkmıştı. Çünkü, yemekler pahalı olduğundan gösteri başlangıcında basit bir iki şey ısmarlamıştık. Sokak aralarına dalarak salaş bir lokanta bulduk ve artık bizim için bir klasik olan "la mian"i, yani dana etli makarna çorbasını afiyetle yedik. Lokantadan çıktıktan sonra ara sokaklarda yürümeye devam ettik. Daha önce, 'Sahibinin Sesi' blog sitemin "Shanghai Bienali” bölümünde bahsettiğim Jin Shi’nin “ %50 Yaşam” isimli yapıtındaki evlerin bir sürü örnek vardı (bkz. Sanat Yorumları:1).
Oldukça loş ara sokaklardan birisinde seyyar tezgâhında mandalina satan kadından Çin'deki en ucuz meyvemizi aldık. Mandalinanın bir jin'i (yarım kilo) 3 mao idi. Bu arada, Çinde üç dereceli para birimi olduğunu söyleyelim; en büyük birim Yuan, orta birim Mao ve en küçük birim ise Fen. Yine ara sokaklarda dolaşırken, sokak ortasında ard arda dizilmiş bilardo masalarının olduğu bir mahalleye girdik. Bilardo salonlarına alışıktım ama bilardo sokağı hiç görmemiştim. Gönlümüzden bir an bilardo oynamak geçti. Ancak, oynayanların ustalığı bizi bu fikirden vazgeçirdi.
Sokak arası gezintimizi tamamlayıp otelimize döndük. Sabah kalktığımızda hedefimiz kentin sur içinde oluşturulan kültürel alanlarını dolaşmaktı. Birçok kent surlarının dış duvarlarını çevreleyen su kanalı Xi'an'da da vardı. Eski köprüyü geçip surların güneydeki orta kapısından içeri girdik.
Ming Hanedanı döneminde savunma amaçlı yapılmış kent duvarları 13,5 kilometre uzunluğunda, 12 metre genişliğinde ve 12 metre yüksekliğindeydi. Yükseldikçe içeriye doğru açı yapan duvarların taş işçiliği oldukça iyiydi. Surların hemen dibindeki dar sokakta yürürken, onarılan eski Çin mimarisi tarzındaki evleri de keyifle gözlemliyorduk.
* Xi'an'da Suriçi
Bir müddet yürüdükten sonra, daha içeride kalan caddenin hareketli olduğunu fark ettik. Shuyuanmen Caddesi'ne çıktığımızda sağlı sollu geleneksel Çin resimlerinin ve kaligrafilerin sergilendiği galerilerin olduğunu görmek bizi çok sevindirdi. Pazar sabahı olmasına rağmen galeriler açıktı. Galerilere sırayla girip çıkmaya ve vaktimiz elverdiğince çok resim görmeye çalışıyorduk. Sabahın erken saatinde atelye-galerisini açmış ve arkadaşlarıyla muhtemelen sanat sohbetleri yapmakta olan geleneksel Çin ressamıyla sohbet etmek istedik ama Çincemizin yetersizliği nedeniyle bu girişim başarılı olamadı. Bu caddenin bitiminde onu başka bir hareketli yaya yolu takip ediyordu. Burası da el işlerinin yapıldığı ve satıldığı bölgeydi.

 
Shuyuanmen Caddesi'nden batıya doğru, kent surlarının çevrelediği eski merkezin ortasına vardığımızda Çin'deki en meşhur ve en büyük davul kulesiyle karşılaştık. Davul kulesini geçerek onun arkasındaki Çin üslubu bir takın içinden geçerek "Müslüman Mahallesi"ne yani "Hui Min Jie"ye vardık. Cadde tamamen Ming ve Qing dönemi üslubuyla biçimlendirilmişti. Eskiden Müslüman yabancı diplomatların kaldığı bölgede, diplomatların evlenip buraya yerleşmesiyle Müslüman nüfusu çoğalmış ve burası sonunda Müslüman mahallesi olmuş. Köken olarak “Han” milliyetinden olduğu söylenen müslüman Hui’ler, bugün Çin’in bir çok bölgesinde yaşamaktadır. Sokaktan içerilere doğru ilerlediğimizde, Türkiye'de de alışık olduğumuz sakatatçı dükkânlarıyla karşılaşmaya başladık. Şişmiş ciğerlerin satıldığı dükkânların önünden geçerek mahallenin en ünlü lokantasına girip yemek yedik. Oldukça acılıydı. Yemeği bitirdikten sonra sıra bölgenin meşhur Büyük ve Küçük Camisi'ni ziyarete gelmişti. Önce Küçük Cami'ye gittik.

Avludan içeriye girdiğimizde camiye dair en ufak belirti yoktu.
Karşımızda alışılagelmiş ne kubbe ne de minare vardı. Tamamen Çin mimarisiyle yapılmış yapının sağını ve solunu çevreleyen taş duvarlara Çin resminin önemli konuları işlenmişti: bambu, orkide, erik çiçeği ve kasımpatı vs. Çin mimarisiyle yapılmış caminin içi ise tamamen bildiğimiz camilerin tarzında döşenmişti. Caminin avlusunda karşılaştığımız yaşlı Çinli’nin “selamünaleyküm” demesi bizi bir an şaşırttı. Sonra, o bize nereli olduğumuzu sordu. Türk ve Müslüman olduğumuzu duyunca bu sefer şaşırma sırası yaşlı Çinli’deydi. Camiyi Batılı tipine sahip pek kimse ziyaret etmemiş olsa gerek. Bir de Büyük Cami'yi görmek istedik. Onarım çalışmalarının yapıldığı bu yapı da diğeri gibi tamamen Çin tarzındaydı. Bu ilginç gözlem sonrası kalkma vakti çok yaklaşan trenimizi yakalamak için harekete geçtik. Karşımıza ilk çıkan motor-taksilere binerek, her an devrilme ve arabaların arasında kalma heyecanıyla kısa ama adrenalin dolu bir yolculuk sonrası tren garına ulaşıp vagonumuza yerleştik. Tren hareket edince, yataklı vagonun, Çin'de yaşayan bazı Türkler tarafından "morg" olarak adlandırılan yatağına uzandım. Trenin raylar üzerinde çıkardığı derinden gelen ritmik sesler, yıllar önce buharlı trende yaptığım yolculukları anımsattı. O trenlerde raylardan gelen sesler çok gürültülü olurdu, ayrıca tren de sarsıntılıydı. Dışarıyı seyretmek için vagonun penceresini açtığımda gözüme lokomotifin dumanlarıyla gelen kömür tozları dolardı. Gözümün önünden eski yolculuklar geçerken derinlerden gelen rayların ritmik sesleri giderek kayboldu. Uykuya dalmışım.